Medya27 Türkiye'nin ünlü isimlerini okurlarıyla buluşturmaya devam ediyor. Röportaj ekibimiz bu ay ise, Diriliş Ertuğrul dizisindeki "Antheus" ve Payitaht Abdülhamid dizisindeki "Holo Paşa" karakterleriyle gönüllerde taht kurmuş başarılı oyuncu ve tiyatrocu Alper Atak'ın kapısını çaldı ve merak edilen soruları yöneltti.
Yönetmenlik ve oyun yazarlığı alanlarında da başarılı çalışmalar yapan Alper Atak sinema, televizyon ve hayat üzerine sorularımıza içten yanıtlar verdİ. Her röportajı büyük ilgi gören yazarımız Ferah Uzundurukan'ın Atak'a sizden gelen soruları da yöneltti.
UZUNDURUKAN: Alper Atak'ın yolu oyunculukla nasıl kesişti? Bize mühendislikten oyunculuğa geçiş öykünüzü anlatır mısınız?
ÇOCUKLUKTA BAŞLAYAN SİNEMA AŞKI...
ALPER ATAK: Tiyatro ile on yaşında tanıştım. O gün çocuk aklımla duyduğum heyecanı hala hatırlıyor ve mesleğimde bir aşka dönüşen o heyecanı hiç kaybetmeden hala taşıyorum. Bizim kuşağımızda eğer ataerkil bir aileden geliyorsanız meslek seçiminde ailenin baskısını yok sayamıyorsunuz. Özellikle kendi kimliğini ve ekonomik gücünü oluşturmamış yaşta iseniz.
''SAYISAL YÖNÜM DAHA GÜÇLÜ''
Babam rahmetli de o dönemde oyunculuğu bir meslek gibi görmeyen toplumda daha saygın ve kabul gören bir meslek sahibi olmamı istiyordu. Doktorluk, avukatlık, mühendislik… O dönemin hatta bu döneminde hala en kabul gören meslekleri. Benim sayısal yanım güçlü olduğu için yolum mühendislik oldu.
''PARA AMAÇ DEĞİL, ARAÇ OLDU BENİM İÇİN''
Aklı sanatta olan bir mühendis oldum kısaca. Babamın arzusunu yerine getirdim. Hiç mühendislik yapmadan kendi bağımsızlığımı kazanıp olmak istediğim mesleğin tozlu sahnesine kendimi bıraktım. Mutlu olduğum ve kendimi insan olarak daha iyi geliştirdiğime inandığım mesleği yapmaktan çok mutluyum. Belki daha çok para kazanabilirdim mühendislikte ama bunun için pişman değilim. Sanatta para bir amaç değil araç oldu benim için. İnsan olabilmenin zenginliği her zaman paradan daha değerli geldi bana.
UZUNDURUKAN: Oyunculuk üzerine yurt dışında da pek çok eğitim almışsınız. New York, Los Angeles veSan Francisco'da metot oyunculuğu, meisner tekniği ve mindfullness üzerine de çalışmalar yapmışsınız. Bu anlamda yurt dışındaki çalışmalarınız size neler kattı?
''BÜYÜK HAYALLER, BÜYÜK BAŞARILARIN TEMELİNİ ATAR''
ALPER ATAK: Her şey hayalle başlıyor. Ve bende oldukça fazla hayal kuran birisiyim. Tabi hayalperestlik ile hayaline inanıp eyleme geçmek aynı şey değil. Ben kurduğum hayalleri eyleme geçirme konusunda kendimi başarılı buluyorum. Tüm kuantum tabanlı öğretilerde kendini olmak istediğin yerde imgelemen öğretilir.
Bu durum kişinin kurduğu hayale önce kendisinin inanmasını sonra da yarattığı güçlü enerji ile başkalarının inanmasını sağlıyor. Evren de size cevabı hayallerinizi gerçekleştirecek yolları açarak veriyor. Oyunculuk yaşayarak ve bolca hayal kurarak ve çok çalışarak öğrenilen bir süreç. Temeli önce kendinizi iyi tanımaktan geçiyor. Ve gerçekten ne istediğinizi bilmekten. Ben oyunculuk yolculuğumda her deneyimi sanki ilk defa yaşıyormuş bilinci ile hareket ettim. Bu da benim farkındalığımı artırıp duygularımı daha iyi tanımlamamı sağladı. Yurt dışına açılma isteğimin altında yatan ana sebep de bu oldu.
''ULUSLARARASI TECRÜBE BANA ÇOK ŞEY KATTI''
ABD’de yaşadığım deneyimler beni dünyayı daha iyi anlama konusunda eğitti. Bir oyuncu kendisi ile ilgili tüm sınırları kendisi koyar. Eğer yaşadığınız coğrafyanın sınırları ve kültürü içinde kalırsanız bu sizi evrensel olmaktan alıkoyuyor. Dolayısı ile kolektif bilinç oluşturmanız da bu durumda çok zor oluyor. Uluslararası yaşadığım her tecrübe bana önce insan olma yolculuğumda çok şey öğretti. Evrensel olmaya giden yolun kapılarını açtı diyebiliriz.
UZUNDURUKAN: Klasik bir soru olmakla beraber bir de sizin bakış açınızı öğrenmek istiyorum. Sinemaoyunculuk çerçevesinde baktığımızda ülkemizle yurt dışı kıyaslamanız nasıl olur?
''SİNEMADA HAK ETTİĞİMİZ YERDE DEĞİLİZ''
ALPER ATAK: Her kültür kendi dinamikleri içinde hareket ediyor. Ve bunun perdeye yansıması da o kültürün harmanlanış şekliyle değer buluyor. Ve ülkelerin bu alana yaptığı yatırımla. Biz ülke olarak sinemada daha iyi yerlerde olacak bir ülkeyken maalesef bunu başarabilmiş değiliz.
Bunun en önemli sebebi ekonomik unsurlar. Ve dünyadaki pazarınız. Şöyle örnek verecek olursam; bugüne kadar Türk yapımı filmlerde ulaşabildiğimiz en yüksek gişe “Düğün Dernek” filmi ile 7 milyon kişi. İşin yapım bütçesi 3 milyon TL civarında! Bu rakamlarla dünyada, sinemada söz sahibi olabilir misiniz? Pazarınız bu kadar!
ABD’de bir film yapıldığında sadece kendi ülkesinde gösterim yapsa, en kötü film 100 milyonlara ulaşıyor. İyi ve büyük bütçeli filmler dünyada milyar gişe rakamlarına ulaşıyor. Şimdi bu durumda rekabet etmek mümkün değil. Dolayısı ile bu zincirleme bir şekilde sektördeki imkanları doğuruyor. Tüm unsurlar kendi gelişimi için payanına düşeni alıyor. O zaman oyuncu da, yönetmen de, yapım aşamasının tüm kolları da esneklik kazanıp gelişebiliyor. Para var imkân var durumu.
''REKABET GÜCÜNÜ ARTTIRMAMIZ İÇİN, ÖNCE PAZAR OLUŞTURMALIYIZ''
Son Bond filminin bütçesi 150 milyon dolar. Bugüne kadar Türkiye’de 10 milyon dolar bütçeli bir film var mı? Benim bildiğim kadarı ile yok! Sonuç olarak önce pazar yaratmanız, sonra da yüksek kalitede işler yapmanız lazım. Bunları başarabilmek için de ülkenin sanata ve yapımcıya teşvik sağlaması gerekiyor.
UZUNDURUKAN: Sizi başta ‘Muhteşem Yüzyıl Kösem’ "Diriliş Ertuğrul" ve "Payitaht Abdülhamit" olmak üzere pek çok dönem dizi ve filmlerinde izledik. Ayrıca yine iyi gişe yapan sinema filmleri ve reyting başarısı yüksek dizilerde de izleme şansımız oldu. Bir de tiyatroculuğunuz var. Tiyatro Öykü adıyla kendi özel tiyatronuz da var. Peki sizde hangisi daha ağır basıyor?
''SAHNENİN HEYECANI ANLATILMAYACAK KADAR BÜYÜLÜDÜR''
ALPER ATAK: Ustalarımızın bununla ilgili güzel bir tanımı vardır. Tiyatro oyuncunun sanatı, sinema yönetmenin sanatı, dizi de senaristin sanatı derler. Ben de bu tanıma çok inanıyorum. Gerçek bir oyuncuya sahnenin verdiği heyecanı hiçbir şeyin veremeyeceğini savunuyorum.
O tozlu sahnede ışık yandığı zaman… Aydınlanan sadece parkeler değil, insanın zihni, fikri ve bakışı da aydınlanıyor. Bu yüzden bir oyuncunun tiyatro aşkı, sese ve bedene bürünüp insanlığı ve dünyayı dönüştüren en güzel eylem halini alıyor. Bu sebeple sahnede bir kere nefes aldıysanız, başka hiçbir mecra size o nefesin tadını, kalitesini yaşatamaz. Sanırım sorunuzun cevabını verebildim ☺
UZUNDURUKAN: Bugüne kadar oynamakta zorlandığınız bir karakter oldu mu? Ve içinizde kalan, oynamayı hayal ettiğiniz bir rol var mı?
''HER OYUNCUNUN KENDİNE ÖZGÜ BİR TEKNİĞİ VARDIR''
ALPER ATAK: Oyunculuk bir yolculuktur, bir varış noktası değil. Bu yolculukta oyuncu da oynayarak yol alır. Her hayat verdiğiniz karakterin tanımlanan dünyasına ve duygularına ne kadar ulaşabilirsek o kadarını izleyiciye geçirebiliyoruz. Zaman zaman senaryodaki karakterle ilişki kurmakta zorlandığımız durumlar olabiliyor. O gerçek ilişkiyi kurabilmek için de bazı metot teknikleri kullanıyorum. Ya da geçmişte benzer karakterler oynamışsam cebimde duran onlara ait izleri kullanma yoluna gidip, üzerine birkaç farkı dokunuş ekleyerek ilişki kurabiliyorum.
Her oyuncunun kendine özgü bir çalışma tekniği vardır. Zaman içinde bu konuda ustalaşarak altından kalkabiliyorsunuz. İçimde kalan şöyle böyle diye bir karakter yok. İnsanın küçüğü ya da büyüğü diye bir şey olmadığı gibi, rolün de küçüğü ve büyüğü diye bir şey hiç olmadı benim için. Her yeni projede yeni birisi ile tanışmanın heyecanını duyduğum için o deneyim benim için çok daha değerli oluyor.
UZUNDURUKAN: Alper Atak ne izlemeyi ne dinlemeyi ve neleri okumayı sever?
''DÜNYAYA DAİR HER ŞEYİ OKUR İZLERİM''
ALPER ATAK: Dijital platformlar benim için her gün buna karar veriyor gerçi ☺ ☺ Benim için film, kitap, müzik seçip duruyorlar sağ olsun. Şaka bir yana, dünyaya dair her şeyi izlerim okurum ve dinlerim. Bazen hiç ummadığınız adı sanı duyulmamış bir film bir yazar ya da müzik sizde çok başka duygular oluşturabiliyor. O yüzden bu konuda sınırım yok. Ama ruh halinizin ya da entelektüel durumunuzun belirleyici oldu zamanlar var. Örnek vermek gerekirse, varoluşçu edebiyat, felsefe ve psikoloji içeren yayınlar ve bu taban üzerine kurulu filmler daha çok ilgimi çekiyor. Müzikte de caz ve etnik türleri daha çok seviyorum.
UZUNDURUKAN: Oyuncular Sendikası Denetim Kurulu başkanısınız aynı zamanda. Beyaz perde ve televizyonda oyuncularımızın ne gibi istekleri, beklentileri veya mağduriyetleri var?
''SENDİKAL FAALİYETLERDE BİLİNÇ TAM OLUŞMADI''
ALPER ATAK: Bence bu konu ayrı röportaj konusu olmalı. Çünkü üzerine konuşacağımız çok şey var. Ama kısaca bir iki cümle söylemek istiyorum. Sendika denilen sosyal toplum kuruluşu öncelikle meslek grupları için bir örgüt bilinci gerektiriyor. Bu bilinç gelişmeden de sendikasal faaliyetlerin oluşması çok zor.
Gerek iş veren gerekse işçi ve önemlisi hükümetler bu konuda iş birliği içinde olmaya inanmaları lazım. İnsan hakları açısından gelişmiş ülkelerde sendikanın meslek grupları üzerinde uzlaştırıcı ve buluşturucu etkisini bariz bir şeklide görüyoruz. Bizim ülkemizde bu konuda kendi meslek grubumuzun henüz bu bilinç seviyesine ulaşamadığı aşikâr. Ancak çok ciddi ve gönülle sorumluluk alan çok zor imkanlarda çalışan bir sendika yönetimimiz var. Ben de bu gönüllük esası ile sorumluğu keyifle paylaşıyorum.
Tüm çabamız meslek çalışanlarını sendika üyesi olsun olmasın, haklarını koruyup geliştirmek ve geleceği hep birlikte güvenle inşa etmek ve ‘sendika benim’ diyebilmek. O zaman her şey daha güzel olacak.
UZUNDURUKAN: Biraz da mindfullness üzerine konuşmak istiyorum. Ülkemiz insanı bence halen bu tanımlara yabancı. Mindfullness nedir, biraz açıklar mısınız?
MİNDFULNESS İÇİN ÖNERİLERDE BULUNDU
ALPER ATAK: Mindfulness’ın tanımı; “Dikkatimizi tarafsız ve nazik bir şekilde yönetme becerisi”dir aslında diğer bir tanımla bilinçli farkındalık demektir. Bu farkındalık ‘an’ da kalabilmek üzerine kuruludur. İnsan zihni sürekli geçmiş ve gelecekte olacaklar üzerine düşünceler geliştirir. Bu da insanda kaygı ve stres yaratır. Oysa ‘an’ da kalarak sadece anın size hissettirdikleri ile duygularınızı ve duyumsamalarınızı fark ederseniz. Bu da size daha huzurlu ve mutlu bir yaşamın kapılarını açar.
Evet ülkemizde yeni bir tanım ve her geçen gün yaygınlaşan bir uygulamadır mindfulness.
Ama dünyada çok uzun zamandır profesyonel hayatın içinde uygulanan hatta dünyada kabul görmüş birçok üniversitede lisans ve yüksek lisans programları olarak da dersleri verilmektedir. Ben de ABD’de Mindfulness eğitmenliği üzerine bir programa katıldım. Yaşamımı da mindful birisi olarak sürdürüyorum. Bu da benim için Dünyayı daha çok yaşanır bir yer haline getiriyor. İlgilenen kişilere Türkiye’de bu konuda öncülerden olan mindfulness institute ve kurucusu olan bence bilgisi ile en değerli kişilerden birisi olduğuna inandığım Prof. Dr. Zümra Atalay’ın kitaplarını ve eğitimlerini takip etmesini öneririm.
UZUNDURUKAN: Tüm dünya olarak iki yıldır içinde bulunduğumuz bir korona gerçeği var. Sizce her anlamda bu hastalık hem sizin camianızı hem de insanları nasıl etkiledi?
''PANDEMİ SÜRECİ ÇOK ŞEYİ DEĞİŞTİRDİ''
ALPER ATAK: Yeni bir çağa başladık. Adına da dijital çağ deniyor. Bu çağın insanlık için ilk tehdidi de Covid-19. Ve tüm dünyadaki güncel bilançosu 5 milyon insanın yaşamlarını kaybetmesi oldu. Tüm ülkelerin sosyal ve ekonomik olarak kayıpları trilyon dolara ulaştı. İki yıldır savaştığımız bu pandemi ister istemez insanın düşünce biçiminden davranışlarına kadar kişiliklerimizde de bir dönüşüm gerçekleştirdi. Yaşam tarzımızın ve türümüzün gelecekte nasıl bir hal alacağı ise bir bilimkurgu türündeki film gibi şu an.
Tüm ülkeler gibi Türkiye de bu pandemiye hazırlıksız yakalandı.
Doğal olarak ekonomik ve sosyal güvencesi yeterli olmayan ülkeler bu süreci daha ağır bedeller ödeyerek geçiriyor. Sanat alanında çalışan herkesi bu iki yılın maddi ve manevi olarak daha çok zorladığını düşünüyorum. Güvencesi olmayan oyuncular kısıtlamalardan dolayı işlerini yapamadığı için yaşamlarını idame ettirmekte çok zorlandılar. Hala da devam ediyor. Dilerim en kısa zamanda herkesin sağlıkla ve huzurla yaşamını sürdüreceği günlere yeniden kavuşuruz.
UZUNDURUKAN: Son olarak şunu sormak istiyorum. Sanatçı kişiliğinizin de etkisiyle toplumsal olaylaraduyarlı biri olduğunuzu biliyorum. Maalesef kadına şiddet toplumumuzun kanayan yarası. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
''CANLI OLAN HER ŞEYE SAYGI DUYMALIYIZ''
ALPER ATAK: Aslında bu sorun günümüzün sorunu değil, tarihsel bir sorun. Ve çözümü eğitimden ve yasalardan geçiyor. Erkeğin güç timsali olarak gösterildiği dünya tarihinde kadınlar hep güçsüzlüğü temsil etti. E bu durumda da erkeğe gücünü kadın üstünde kullanması öğretildi.
Dinlerde bile kadın erkeğin hizmetkarı diye konumlandı. Hal böyle olunca erkek de hizmetkarına dilediği gibi davranma hakkını buldu kendinde!
Günümüzde de aynı anlayış maalesef devam ediyor. Eğer önce ailede başlayan ve eğitim hayatı ile devam eden kadına duyulan saygı oluşmamışsa ve bence daha önemlisi kendine olan saygı oluşmamışsa, kadın başta olmak üzere tüm canlılar bu şiddete maruz kalmaya devam edecek. Bununla birlikte eğitimle bir bilinç oluşturulamıyorsa, o zaman örnek teşkil edecek cezalar ile yasalar bu konuya çözüm olacak. Bu sadece kadını kapsayıcı değil, sokak hayvanları dahil tüm canlıları da kapsamalı. Yani söylemek istediğim canlı olan her şeye saygı duyma ve koruma bilinci geliştirilmeli. Ama sanırım bu bir ütopya…
Bir Yorum Bırakın